top of page

Batılı Felsefenin Eğitim Kanalıyla Gençlerimizdeki Tahribatı

Güncelleme tarihi: 14 Şub 2023


Batı felsefesi, Antik Yunan'dan başlayıp günümüze kadar gelen Batılıfelsefe tarihi anlayışı.


Ümmetin ve vatanın istikbali olan, umudu olan gençlerin sıkıntı ve problemlerini konuşmak bu noktada onlara destek olabilecek mütalaalar sunmak çok mühim ve değerlidir. Zararlı madde alışkanlığı (alkol, uyuşturucu vb.), depresyon, gayri meşru ilişkiler ve temaslar, intihar, terör ve aklınıza gelebilecek her türlü tehlike onların maddi ve manevi dünyalarına büyük zararlar vermekte ve dolaylı olarak bu zarar da herkese tesir etmektedir.


Gençlerin ilk terbiye alacağı yer, ilk eğitilecekleri yer ailedir. Ancak ailedeki ebeveynin, dede nine gibi üst tabakaların da köklü bir eğitimden geçmiş olması şarttır. O yüzden her halükârda konuşacağımız ilk mevzu eğitimden kaynaklı gençlik problemleridir.

“Eğitim, ferdi açıdan bakacak olursak, ferdin doğuştan getirdiği fikri ve tabii kabiliyetlerinin geliştirilmesiyle şahsiyetini kazandırmak, bu şahsiyetini cemiyete intibak ile müsbet istikamette kullanmasını temin etmektir, diyebiliriz.” (1)


Gençlik için ilk okuldan üniversite sona hatta 30’lu yaşlara kadar sürebilen bir evre diyebiliriz. Hepimizin farkında olduğu gibi bu evrede fikirler ve yönelimler sürekli değişim içerisindedir. Kalıcı bir hayat tarzı gençlikte yaşanılan tecrübelerle ortaya çıkmaya başlar. Gençliğin en yüksek değişim safhası ise toplumla doğru orantılıdır. Mesela Osmanlı öncesi gençlik ile Cumhuriyet dönemi gençliği ve şu anki gençlik arasında çok büyük farklar vardır. Özlenen gençlik olarak kitap raflarında bulabileceğimiz ya da eski belge ve fotoğraf albümlerinde rastlayabileceğimiz nezaket, zarafet, ilim ve irfan gençliğinin büyük değişiminin altında yatan en temel şey “maddeci ve hazcı eğitim” ekolünün tüm dünyayı sarmasıdır.


Ana kaynağı Rönesans devrinde irtifa bulmuş olan tabiatçılığın hakim olduğu ve insanın yüceltildiği Yunan ve Roma politeizmi ve naturalizmidir. Rönesanstan sonra sahneye çıkmış Descartes, Bacon, Locke, Hume, Spinoza gibi filozofların Aydınlanma Felsefesi ile aklı ön plana çıkardıkları 18. asır aslında eğitimin tüm dünyada değişeceği ilk adımı olmuştur. Bu devirde eğitimi yozlaştıran bazı unsurlar şunlardır:


  1. İnsanın mutluluğu bu dünya için çalışmaktır. O halde “dini ahlak” değil “tabii ahlak” ön planda olmalıdır.

  2. Din aklın emrine girmiş akıl ile açıklanamayan her ideoloji yok sayılmış ve Deizm, Panteizm, Ateizm ve Nihilizm gibi din ve maneviyat karşıtı düşünceler zuhur etmiştir.

  3. İngiliz amprizmi, Sansualizm ve materyelizm yıkıcı ve ihtilalci fikirlerin ayyuka çıkmasına sebep olmuş ve Fransız İhtilali ile sonuçlanmıştır.

  4. Materyalist anlayış her türlü dini ve metafizik görüşe karşı çıkmış ve bu ikisini yok etmek için elinden geleni yapmıştır. Makine hayvan – Makine insan ideolojisi insanın ruhi ve manevi bir varlık olmadığını dile getirmek için ortaya çıkarılmıştır.

  5. Bu zikrettiğimiz özet bilgiler ise okullarımıza kadar girmiş “dinsiz, ateist, dünyevi, laik” bir eğitim anlayışı tüm fertleri ve geleceğimiz olan “gençleri” ele geçirmiştir. Ve o genç nesiller de ileride devlet kademelerinde söz sahibi olup tüm düzeni bu fikir yapılarına göre inkılaba zorlamışlardır.

  6. A. Comte ise tanrı olarak insanlığı ilan etmiş ve insanlık dininin ilmihalini yazmıştır.


F. Bacon’un putlar nazariyesinde, J. Locke ve D. Hume’da ortaya çıkan pozitivist anlayışta, insan sadece tabiatla olguları bilebilir, onun ötesinde ise hiçbir şey bilemez. Yine Freud’un cinsi tatmin felsefesi biyolojik materyalizmin bir unsuru olarak ortaya çıkmıştı. Siyantizm, kaba maddeci, bilimci ve ateist felsefesi din ve manevi bir alan olan metafizikle alay ediyordu. Bütün bu maddeci anlayışlar ortada manevi bir alan bırakmamış manevi sanılan alanların da aslında bir maddeden ibaret olduğunu ispatlamaya çalışarak ortada kalbi, vicdanı olan ruhsal ve hissel bunalımlar geçiren insana en büyük darbeyi yapmış oldu.


Batı’da ortaya çıkmış ve tüm dünyaya kene gibi yapışmış bu akımlar ülkemize tanzimat dönemlerinde yavaş yavaş sirayet etmeye başladı. Prof. Dr. Süleyman Hayri Bolay bu durumu şöyle ifade eder: “Auguste Comte, önceleri dini ve metafiziği reddederken, sonraları, esas insanlığa ve onu temsilen 30 yaşında bir kadına tapmaya dayanan “İnsanlık Dini”ni kurmak zorunda kalmış, bu dinin ilmihalini yazmış (pozitivizmin ilmihali adlı bu eser Türkçeye çevrilip M.E Bakanlığınca 1951’de bastırılmıştır.) dinini yayması için sadrazam Mustafa Reşid Paşa’ya üç ayrı mektup yazmıştı.” (2)

Bu akımların ülkemize girmesiyle çok cevherler kömüre dönmüş. Edebiyatçılardan intihar edenler, dinden dönen ve dinimizle alay eden sözde aydınlar, yazarlar çoğalmaya başlamıştır. Araştırmacı Yazar Yahya Düzenli bu durumu şöyle ifade eder: “Her şeyden önce başından sonuna kadar edebiyat kitaplarında müthiş bir dil tahribâtı yapılarak dilimiz katledilmiştir. Adına “Türk Edebiyatı” denilen kitaplarla nesillerin saf zihinleri ait olmadıkları ancak zorla atıldıkları yabancı bir dil havzasına sokulmuştur. Feci bir dil tahribatıyla ve de müraice bir kurnazlıkla Mehmet Akif, Necip Fazıl ve Nazım Hikmet paçal edilip harmanlanıp aynı sofraya servis edilmiştir. Daha da fecisi, Nazım Hikmet’e özel alan açılıp, zavallı körpe zihinlerin iyi özümsemesi/zehirlenmesi için özel alıştırma soruları yöneltilmiştir. Nazım’dan ustaca seçme yapılmış ve onun Kuvây-ı Millîye, Kan Ter İçinde, Kerem gibi şiirleri peş peşe kitaba serpiştirilmiştir. Bitmedi… “Okuma” başlığı altında “Nazım Hikmet Ran’ın ‘Güneşi İçenlerin Türküsü’ adlı eserini okuyunuz.” diye özel bir ödev veriliyor. Daha neler neler… Bir neslin idrak ve irfanını hançerleyen bu fecaat karşısında hiçbir dert ve hassasiyet taşımayanlara yazıklar olsun! Gene “Öz şiir”, “Toplumcu Şiir” gibi kategorilerle bir sürü sol-ateist militan yazar, romancı, hikâyeci, şair, “edebiyatçı naspedilerek” müfredata demirbaş olarak sokuluyor. Böylece Başta Nazım Hikmet olmak üzere, Aziz Nesin, Yaşar Nabi, Orhan Kemal, Oktay Rıfat, Haldun Taner, Enver Gökçe, Mehmet Kemal, Süreyya Berfe, Refik Durbaş, A.Kadir, Yusuf Atılgan, Füruzan, Ataol Behramoğlu, Haydar Ergülen, Nihat Behram, Dursun Akçam, Faik Baysal, Turgut Özakman, Abbas Sayar ve daha birçok isimleri çocuklarımız ezberlemek zorunda kalıyorlar.” (3)


Alelade bir şekilde bu sol cenahın yazarları –hâşâ- “Allah’a inanmadıklarını, dinin saçma olduğunu, peygamber hikayelerinin masal olduğunu” gazetelere, tv kanallarında demeçler vererek aktarırlarken okullarda gençlerin bu zatların fikirlerini ana müfredat olarak okumaları tahribat değildir de nedir? İslam’da inanç zorluluğu yoktur ancak bir öğretici müslüman topraklarda müslüman evladlarımıza derslerde Ateizm güzellemeleri yapıyorsa bunun kati surette önüne geçilmelidir.


Bu tip edebiyatçılar cenaze törenlerinde dahi taraftarlarına “alkışlı ve içkili anma” merasimlerini vasiyet etmişler. Milletin kendinden sandığı bu ‘sözde sanatçıların’ “biz dinci hükümetlere karşı sanatımızı yaptık ve öbür tarafta meyhanede beraber içeceğiz” gibi fiyaskolarını hep beraber işittik. O halde anlamış oluyoruz ki, ülkemizde bazı sözde sanatkârlar da “sanatı” dine karşı bir silah olarak kullanmışlar. Durum bu haldeyken gençlerin ruh dünyasının ne kadar tehlikede olduğunu nasıl da görmezden geliriz?

Dini ve milli değerlerimize ait bir çok şey eğitimimizden atılmış batıcı, modern, tabiatçı bir eğitim anlayışı ile gençler manadan, maneviyattan uzaklaştırılmıştır. Edebiyat alanında başlayan bu dinsizlik akımı diğer ilimlere de yansımış sanki bu zamana kadar Bilim batılıların tek elindeymiş ve müslümanlar bilimden uzakmış gibi bir ortam hazırlanmış. Fenni ilimler artık dinsiz ilimler kategorisine girmiştir. “Güneş yörüngesinde şöyle durmaktadır.” “Dünya şöyle döner, yağmur şu merhalelerden geçerek oluşur” ve daha nicesi. Bu tüm cümleler “Tanrı Doğa” ve “Evrimci” felsefeyi barındırmaktadır. Cenab-ı Mevlâ’nın sanat eserlerini kendiliğinden ola gelmiş gibi anlatmışlar, öğrenciler de böyle öğrenmiştir. Günümüzde de bu etkisini sürdürmektedir. Bediüzzaman Said Nursinin huzuruna gelen lise talebeleri "Bize Hâlıkımızı (Yaratıcımızı) tanıttır; muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar," dediklerinde üstad demişti ki: “Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisân-ı mahsusuyla, mütemâdiyen Allah’tan bahsedip, Hâlık’ı tanıttırıyorlar. Muallimleri değil, onları dinleyiniz. Meselâ, nasıl ki mükemmel bir eczahâne ki, her kavanozunda hârika ve hassas mîzanlarla alınmış hayattar mâcunlar ve tiryaklar var. Şüphesiz, gayet maharetli ve kimyâger ve hakîm bir eczâcıyı gösterir. Öyle de, küre-i arz eczahânesinde bulunan dört yüz bin çeşit nebâtât ve hayvanât kavanozlarındaki zîhayat mâcunlar ve tiryaklar cihetiyle, bu çarşıdaki eczahâneden ne derece ziyâde mükemmel ve büyük olması nisbetinde, okuduğunuz fenn-i tıb mikyâsıyla küre-i arz eczahâne-i kübrâsının eczâcısı olan Hakîm-i Zülcelâli, hattâ kör gözlere de gösterir, tanıttırır.” (Meyve Risalesi, Altıncı Mesele) Tabi bu zamanlarda ulema dışlanıp, medreseler kapatılmış, ezan türkçeleştirilmiş başına medeniyet timsali (!) frenk şapkasını takmayan cezalandırılmıştı. Dini ilimleri tahsil etmenin bir suç teşkil ettiği zamanlarda gençlerin çoğu heba olup gitmişti.

Bu devirlerde ve hâlâ günümüzde etkisini sürdüren “dış güzellik” putu gençlerde hakimiyetini sürdürmektedir. Gençler ellerine geçen paraları mağaza ve kuaförlerde harcamak ile “giyim ve kozmetik” sanayinin zincirlenmiş kölesi durumundadırlar. Ruhun ve kalbin litaratürden silinmesi elbette bedensel ve dış görünümün kutsallaşmasına yol açmıştır. Spor adı altında binlerce oyun ve eğlence alanı türetilmiş anlamsızca sadece haz ve zevke dayanan bu eylemlerde gençler “spor” adı altında hayatlarını ilim ve irfansız bir şekilde sürdürmeye alıştırılmıştır. Halbuki dinimiz sporu teşvik etmektedir, ancak sporu “araç” olarak görmekteyken günümüzde bir takım gençler sporu “amaç” olarak görmekte otuz iki farzı sayamayan ufacık çocuklar yüzlerce futbolcu ismini ezberden saymaktadırlar.

Günümüzde felsefe ile ilgilenen çoğu kişi sanki dini inkar etmek için felsefe yapmaktadır. Halbuki düşünmek, tefekkür, mantık ve akıl yürütmek gayet faydalı birşeyken coğrafyamıza dine karşı bir mücadele aracı olarak girmiştir. İslam filozoflarından İbn Rüşd “düşünmek vaciptir” derken bir takım insanlar çıkıp müslümanlara “düşünmeyen-beyni boş-softa” gibi yaftalar yakıştırması haksız olmakla beraber bizim de içimizdeki Batı severlerin duruma sessiz kalması düşmanın sadece dışarıda olmadığının göstergesidir.

Din dersi artık okullarda seçmeli olarak verilecek raddeye gelmiş. İmam Hatip lisesinde olmak, imam olmak toplumda hor görülecek bir duruma gelmiştir. Bunların altında yatan sebep ise eğitimden sonra televizyon, sinema ve müzik sektörlerinin topraklarımızda açmış olduğu tahribattır.


Başta eğitim ve sosyal hayatımızda karşımıza çıkacak medya ve reklam unsurlarıyla batısal maddeci ve hazcı anlayış manevi yanımızın yani kalbi ve ruhi yanımızın ihmaline ve hatta inkarına yol açmıştır. Bu da gençliğin ve dolaylı olarak da insanlığın dehşetli bir iç buhranda boğuşmasına yol açmıştır.


Bırakın gençleri İlahiyat Fakültesi bitirmiş ve Din Kültürü Öğretmeni olan başörtüsüz hocalar peydah olmuştur. Allah’ın ayetiyle emrettiği “tesettürü” uygulamayan biri nasıl Allah’ın dinini anlatmak üzere hoca olarak atanabilir sorgulanmalı ve müslüman velilerin bu durumlara sessiz kalmamaları gerekmektedir.


Depresyon, bunalım, stres, cahillik, gerizekâlılık, arsızlık, bağımlılık vakalarının hepsinin ortak bir reçetesi vardır ki o da “Yaratan yarattığını bilmez mi?” buyuran Allah Teala’dır. Çünkü insan O’na sığınsa sadece O’na secde etse hiçbir zarar onu ele geçiremez. O’na inanan başıboşluğun vermiş olduğu serkeş hayattan kurtulup kendisine “şah damarından daha yakın” olan Rabbinin sahipliğinde yaşamını sürdürür. Korku, endişe, ızdırap “kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur” ayeti ile bertaraf olup gönlüne inşirah ferahlığı hakim olur. Ruhunu besleyen, “Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz,. ancak kalplerinize ve amellerinize bakar” diyen Peygamber-i zi’şan’a ittiba eden, bedbahtların “sen çirkinsin, sen tipsizsin, evde kalmışsın” gibi laflarına kanıp dışını değiştirmek için kendini harap etmez. İnsanların sırf başkalarının beğenmemesinden ötürü türlü türlü estetik ve caiz olmayan tıbbi müdahelelere girdiğini görmekteyiz. Bunlar tamamen psikolojik çaresizliklerdir. Halbuki Rabbine iman edip onun takdirine boyun eğen insan asla kendisini küçümsemez O’nunla yükselir. O’nun ve güzel dini İslâm’ı yaşayarak güzelleşir.


Velhasıl-ı kelâm gençleri hedef alan bu tahribata karşı bilinçlenmeli ve hareketten hâli kalmamalıyız. Genç demek geleceğin, hocası, annesi/babası, doktoru, mühendisi demek. Ağaç yaş iken eğilir atasözünce gençlerimizin tamamını etkisini alan bu haz rüzgarını şuurlu ve imanlı insanlar olarak savurmalı, hem onları hem de değerlerimizi muhafaza etmeliyiz.


Hamd olsun ki “Asım’ın nesli” dimdik ayakta, alnı ak bir şekilde mücadelesini vermektedir. Rabbim tüm gençlerimize ulaşabilmek ve onların maddi manevi yaralarına merhem olabilmek nasip eylesin…


KAYNAKÇA

1) Gençliğin Ruhi ve Manevi Problemleri, İSAV, Eğitimden Doğan Gençlik Problemleri, Süleyman H. Bolay. s.3

2) A.g.e (s.10)

3) Enformatik Cehalet’in Ağında Milli Eğitim Bakanlığımız! (Yahya Düzenli 2016)


22 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page